NATO'ya boyun eğme!
NATO dün/bugün/yarın hep gündemimizdeydi/gündemimizde/gündemimizde olacak. Osmanlı İmparatorluğu'nun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti'mizi esir eden bu emek ve iman düşmanı kurumla savaşımız NATO'dan çıksak da bitmeyecek. Emeğin ve imanın saflarını genişletip yeryüzüne beklenen adaleti getirmek NATO'nun saflarını daraltıp sömürüyü bitirmekten geçiyor.
"KARARLAR
Atlantik Sistemine bağlılığın güvenliğini değil, Bağımsız ve
Üreten Türkiye mücadelesinin güvenliğini savunuyoruz.
Türkiye Ege’de, Akdeniz’de, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde,
Kafkaslar ve Karadeniz’de, bütün cephelerde ABD-İsrail eksenli tehditlerle
karşı karşıyadır.
Bölgemizde Karadeniz’den Akdeniz’e, dahası Hürmüz Boğazı’na
kadar tek bir cephe oluşmuştur. Bu cephenin farklı alanlarında farklı
stratejiler oluşturmanın bedeli ağır olur.
Bütünsel bir strateji kurmak, güvenliğimizi sağlamanın en temel görevidir.
Bütünsel cephede ABD-İsrail eksenli tehditle karşı karşıya bulunan bütün
ülkeler, Türkiye’nin ittifak birikimini oluşturuyor.
Dünya ölçeğindeki saflaşmada da ABD eksenli tehditle mücadele eden ülkeler,
yine Türkiye ile aynı güvenlik cephesinde yer alıyorlar.
Bütün dünya, bugün ABD’nin öncelikle Çin, Rusya, İran ve Türkiye’yi hedef
aldığını saptıyor.
Türkiye’yi hedef alan tehdidin odağı, Doğu Akdeniz’dir.
- ABD, Yunanistan kıyılarında, Dedeağaç, Kavala, Selanik,
Larisa, Stefanovikio ve Girit’te üsler kuruyor ve silahlı yığınak yapıyor.
- Yunanistan yönetimi, kara sularını 12 mile çıkaracağı yönünde açıklamalarda
bulunuyor.
- ABD, AB ve Yunanistan, Türkiye’nin Mavi Vatanındaki doğal kaynaklarını ele
geçirmeye yönelik girişimlerini yoğunlaştırıyorlar.
Türkiye’ye yönelik ikincil tehdit odağı, Suriye ve Irak’ın
kuzeyindeki ABD askerî varlığı ve denetimindeki PKK/PYD/YPG ile DEAŞ gibi terör
örgütleridir.
Devletimizin ve Milletimizin güvenlik bilincini ve moral
yeteneklerini geliştirmek esas görevdir. Bu nedenle devlet ve millet güçlerinin
ABD, NATO ve İsrail tehdidine karşı gerçekçi ittifak birikimimiz konusunda
doğru bilgilendirilmesi tarihî sorumluluktur.
Türkiye’ye yönelik tehditlere karşı ittifak birikimimiz,
ABD-İsrail tehdidi altındaki devletlerdir.
Başta Rusya olmak üzere İran, Irak, Suriye, Libya,
Azerbaycan, Kazakistan, Abhazya ve KKTC gibi bölge ülkeleri yakın
coğrafyamızdaki öncelikli ittifak birikimimizi oluşturuyor.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın Orta Asya’daki üyeleri olan
Özbekistan, Kırgızistan ve gözlemci statüsündeki Türkmenistan ve Macaristan,
Türkiye’nin güvenlik stratejisinde ikinci bir halkayı oluşturuyorlar.
Başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere Pakistan, Bangladeş,
Afganistan, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam gibi Asya ülkeleri ile
Belarus ve ABD denetimine tavır alan Avrupa ülkeleri; başta Venezuela, Meksika
ve Küba olmak üzere Orta ve Güney Amerika ülkeleri; Mısır, Cezayir, Mali gibi
Afrika ülkeleri Türkiye’nin dünya çapındaki ittifak birikimi içindedirler.
Türkiye, ittifak birikimini hayata geçirmek için, süreçlere
etkin olarak müdahalede bulunmalı, ilgili ülkeleri ortak çıkarlar temelinde
kazanmaya yönelik siyasetler geliştirmelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatımız ve MİT ABD ve
NATO ideolojisiyle değil
Cumhuriyetimizin millî ideolojisiyle eğitilmeli.
Arkada kalan Atlantik Sistemi döneminde, Türk Ordusu,
Emniyet Teşkilatımız ve MİT; ABD ve NATO ideolojisiyle millî geleneklerimizden
ve millî amaçlarımızdan uzaklaştırılmak istendi.
Türkiye, savunma ve güvenliğini millîleştirmek, millî
kaynaklarla güçlendirmek ve özgüveni sağlamlaştırmak yolunda yürüttüğü çabaları
kararlılıkla sürdürmeli ve millî savunma sanayimizi çağdaş ölçülerde
geliştirmelidir. Savunma sanayimize araştırma ve geliştirme için yeterli kaynak
ayrılmalıdır. Rusya, Çin, İran, Azerbaycan, Kazakistan, KKTC ve Pakistan gibi
ittifak birikimimiz içinde olan ülkelerle işbirliği yapılmalıdır.
Atlantik emperyalistlerinin internet tekeline son vermek ve
milli devletimizin güvenliği için, millî uydu sistemimizi geliştirmeli ve bu
amaçla Asya Merkezli İnternet Ağının inşasına katılmalıyız. Bu yönde Çin ve
Rusya devletlerinin girişiminde yer almalıyız.
NATO ve AB sürecinde millî egemenliğimize aykırı düzenlemeler yapılmış, “sivil toplum örgütleri”nin emperyalist kurumların denetimi altında faaliyette bulunmalarına ve bunlardan maddî destek almalarına olanak sağlanmıştır. Dahası yıkıcılık ve casusluk faaliyetlerine zemin tanınmıştır.
2004 yılında Anayasa’nın 90. Maddesinde yapılan değişiklikle uluslararası
antlaşmaları anayasa hükmü düzeyine çıkaran hüküm kaldırılmalıdır. AİHM
kararlarını Türk yargısının üzerinde sayan bütün düzenleme ve uygulamalar kaldırılmalıdır.
ABD ve NATO tarafından kullanılan İncirlik ve Kürecik üsleri, hem Türkiyemiz için hem de komşularımız için tehdit oluşturuyor. Bu üsler bütünüyle Türk Ordusunun denetimine alınmalıdır. ABD askeri ve personeli en kısa zamanda üsleri terk etmelidir.
Şirinyer İzmir Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Çiğli İzmir ABD Hava
İstasyonu, Konya NATO Awacs İleri Harekât Üssü, Ankara ABD Savunma İşbirliği
Ofisi, Ankara Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi, NATO Terörizmle Mücadele
Mükemmeliyet Merkezi, Mersin Limanının ABD kullanımına açılan birimleri; ABD ve
NATO kullanımına kapatılmalı ve bütünüyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
denetimine alınmalıdır.
Vatan bütünlüğümüzü ve Doğu Akdeniz’i savunmada ön mevzi, Kıbrıs’tır. KKTC’nin tanınması için, Türkiye gibi NATO tehdidiyle karşı karşıya olan Karadeniz, Akdeniz ve Umman Denizi ülkelerinden başlayan strateji ve eylem planı hayata geçirilmelidir . Doğu Akdeniz’deki silahlı varlığımız güçlendirilmeli ve Kıbrıs’ta deniz üssü kurulmalıdır.
Vatan Partisi, KKTC’nin tanınması için, Abhazya ile Ortak Bildiri imzalamıştır.
Aynı amaçla Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, İran, Suriye, Pakistan, Bangladeş,
Cezayir, Mali ve Güney Amerika ülkeleriyle ortak güvenlik ve ekonomik çıkarlar
temelinde yaptığı görüşmeleri sonuca ulaştırma kararındadır.
Türkiye, ABD güdümlü PKK/PYD/YPG gibi bölücü ve DEAŞ
türünden yobaz terör örgütlerini temizlemek için, Suriye Devleti ile siyasî,
askerî, ekonomik, kültürel alanda derhal işbirliğine başlanmalı ve Suriye’nin
toprak bütünlüğü sağlanmalıdır. Bu bağlamda Suriye sınırında 40 km genişliğinde
ve 700 km uzunluğunda Güvenlik Şeridi oluşturma siyaseti terk edilmeli, Suriye
ile birlikte terör örgütlerini bitirme siyaseti uygulanmalıdır.
Kıyıdaş Suriye ile Doğu Akdeniz’de Yetki Alanları Anlaşması bir
an önce imzalanmalıdır.
NATO’dan ayrılmak, ABD tertiplerine karşı en etkin
uygulamadır. NATO’dan kurtulan Türkiye, iç cephesini birleştirir ve
sağlamlaştırır, Ekonomide Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırır.
NATO’dan ayrılmak, aynı zamanda Asya’ya yönelişi güçlendirir ve dış cepheyi
pekiştirir.
NATO üyeliğine son vermek, millî güvenliğimizin gereği olması yanında, ABD
tehdidiyle karşı karşıya olan ülkelere güven verecek ve Türkiye’nin ittifak
birikimini harekete geçirecektir.
Türkiye’nin NATO’ya karşı bağımsızlığını ve güvenliğini savunmaya yönelik
uygulamaları, NATO içindeki çözülme sürecini hızlandıracak ve Dünya Barışına
katkıda bulunacaktır.
Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü, Üretim
Devriminin başarıya ulaşması, ülkemizin ve bölgemizin güvenliği için en
gerçekçi çözüm Batı Asya Güvenlik Örgütü’nün (BAGÖ) kurulmasıdır.
Vatan Partisi, bu amaçla Rusya, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Kazakistan,
Abhazya, KKTC ve diğer ilgili ülkeler katındaki girişimlerini sürdürecektir.
GEREKÇELER
NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarda kuruldu.
ABD, Bretton Woods Konferansı sonrasında Dolar Saltanatını kurmuştu. O dönemde
ABD, dünya ekonomisinin yarısını üretiyordu.
ABD, Japonya’ya atom bombası atarak bütün dünyayı tehdit altına almış ve
özellikle yeni rakibi olan Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermişti. Ancak Stalin
yönetimindeki SSCB de atom bombası yaptı ve ABD’nin tehdidini dengeledi.
ABD, Batı Avrupa ülkelerini de denetim altına almış, hatta Almanya’nın bir
kesimini işgal etmişti.
NATO, ABD’nin ekonomik ve askerî üstünlüğünün dorukta olduğu 1949 yılında
kuruldu.
NATO’nun açılımı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’dür. Ancak NATO gerçeğine
bakınca, ABD ile diğer üyeler arasında karşılıklı antlaşmadan çok, ABD diktası
altında toplanma görülür. NATO, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün daha 1960’lı
yıllarda vurguladığı üzere, ABD’nin “müttefikleri” üzerindeki denetim
örgütüdür. Bu denetimi ABD, özellikle Gladyo aracılığıyla sağlamaktadır.
NATO ileri sürülen gerekçeye göre, Kuzey Atlantik ülkelerini Sovyetler Birliği
tehdidine karşı savunmak için kurulmuştu. Ancak iki blok arasında bir savaş
olmadı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra aslında NATO’nun kuruluş
gerekçesi de ortadan kalkmış oldu. Ne var ki NATO, ABD zorlamasıyla devam etti.
Çünkü NATO’nun dün olduğu gibi bugün de geçerli olan asıl önemli işlevi, NATO
üyelerini savunmak değil, ABD boyunduruğunda tutmaktı.
ABD’nin NATO ülkelerini yönetmede kullandığı mekanizmaya
kendi içlerinde SüperNATO diyorlar. Öyle bir “Derin Devlet” ki, Norveç ve Almanya’dan
Yunanistan ve Türkiye’ye kadar bütün NATO ülkelerinin içinde gizli anlaşmalarla
örgütlenmiştir.
SüperNATO, üye ülkelere yerleştirilmiş paralel yönetim merkezleridir. Her
ülkede SüperNATO’ya genellikle o ülke tarihinden “millî” isimler verilmiştir. Böylece
ABD’nin Derin Devleti, sözümona millîleştirilmiş olmaktadır. ABD
emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden sözde ‘’milliyetçilik’’, örneğin
İtalya’da Latince kılıç anlamına gelen Gladyo adını alarak İtalyanlaştırılmış
oluyor.
Türkiye’nin NATO’ya giriş serüveni günümüz için derin
dersler içeriyor. İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte ve savaş ertesinde,
Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı.
Birinci seçenek: Atatürk’ün seçeneği idi. Başka deyişle “Arasız Devrimler”
seçeneği, Kemalist Devrimi sürdürme seçeneği.
İkinci seçenek ise, Atlantik Sistemine bağlanmak ve Kemalist Devrimden
vazgeçmekti.
Bu iki seçenek saptaması çok önemlidir. Çünkü Türkiye’nin
Atlantik Sistemine bağlanması basit bir dış siyaset seçimi değildi. Türkiye,
Atlantik denetimine girerek Kemalist Devrim’den vazgeçti.
Büyük Devrimci Önderimiz Atatürk, İkinci Büyük Savaşın eşiğinde, Türkiye’nin
karşılaşacağı tehdidi çok açık gördü. 1937 yılında Başbakan Celal Bayar’ı,
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı, arkadaşı Kılıç Ali’yi toplayarak, dünyanın
önündeki savaş tehdidini anlattı ve “Size tek bir vasiyet bırakıyorum” dedi.
Atatürk’ün biricik dediği vasiyeti, Sovyet dostluğundan ayrılmamak idi.
Atatürk, aynı vasiyeti Dolmabahçe’ye veda amacıyla davet ettiği İsmet İnönü’ye
ve Ali Fuat Cebesoy’a da ifade etti.
1935 CHP Büyük Kurultayı’nda “Arasız Devrimler” şiarını açıklayan Büyük
Devrimci Önder, İkinci Dünya Savaşı eşiğinde Kemalist Devrim’i sürdürmenin
güvencesini Sovyetler Birliği dostluğunda görmüştü. Haklı olduğunu 1945 sonrası
yaşananlar kanıtladı. Türkiye’nin Atlantik emperyalizminin denetimi altına
düşmemesi için Sovyetler Birliği dostluğunda direnmesi gerekiyordu.
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Atlantik
Sistemine bağlanması, 2014 yılına kadar süren yakın tarihimizi açıklayan en önemli
olaydır.
Devrimin önderi olan CHP, Atatürk’ün ölümünden yedi yıl sonra zamanın yükselen
emperyalist devleti olan ABD denetimine evet demiştir. Atatürk’ün vasiyeti
Atatürk’le birlikte mezara gömülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonunda imal edilen “Sovyet tehdidi” propagandası,
Atatürk’ün vasiyetinde hatıra değeri bile bırakmadı. Atlantik rüzgârında
sürüklenen kamuoyunda Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den Boğazlar’ın kontrolünü
istediği ve toprak talep ettiği uydurması yayıldı. Üstü perdelenen gerçekler şöyleydi:
Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye Boğazlar’ı
birlikte savunmak için resmî nota verdi. Ancak toprak talebine ilişkin resmî
nota yok. Gürcü ve Ermeni basınında çıkan bazı yazılarda ve kimi tarihçilerin
yazılarında toprak talebine rastlanıyordu. Bu yazılar köpürtülerek bir kamuoyu
yaratıldı.
Atatürk’ün Sovyetler Birliği ile dostluk vasiyetine muhatap olanlar, 1945
sonrasında “Küçük Amerika” sürecinin liderleri oldular. İktidardaki CHP
yönetimi ve arkasından da CHP’nin içinden çıkarak iktidara gelen DP yönetimi!
12 Mart 1971 öncesinde arabalı vapurların batırılması,
Atatürk Kültür Merkezinin yakılması, şiddet hareketlerinin kışkırtılması,
Sunay-Tağmaç darbesini hazırlayan eylemler ve arkasından getirilen ünlü
müdahale ve uygulamalar da, toplam olarak Gladyo’nun istikrarsızlaştırma ve
“Huzur Operasyonu” idi.
Türkiye’deki 1977-1980 arasındaki istikrarsızlaştırma operasyonu ve 12 Eylül
1980 darbesi de Gladyo tertibiydi. 12 Eylül 1980 sabahı CIA İstasyon Şefi Paul
Henze, Washington’a “Bizim oğlanlar başardı” diye Gladyo operasyonunu rapor
ediyordu. Böylece Türkiye, 1980 yılında “Dünya ekonomisiyle bütünleşme”
programının içine itildi. 1945’te Türkiye’nin Atlantik sistemine katılmasıyla
başlayan “Küçük Amerika” 12 Eylül 1980 karşı devrimiyle tamamlandı.
NATO Gladyosu, ABD’nin millî devletimizi yıkıma uğratma
hedefi kapsamında, 1973 yılından sonra ASALA ve JCAG Ermeni terör örgütlerini
kullanarak 31’i diplomat olmak üzere 58 vatandaşımızı şehit etti. 1975
sonrasında “Apocular” diye anılan PKK’yı kurup Doğu Anadolu’da sol örgütleri
tasfiyede kullandı.
Yine Gladyo, 1971 ve 1980 darbelerini hazırlama sürecinde ve 1990 sonrasında
etnik ve mezhepsel bölücülüğü ve kırımları kışkırttı; gençliği birbirine
kırdırdı; 1 Mayıs Taksim, Kahramanmaraş, Erzincan, Çorum, Sivas Madımak,
Kemaliye Başbağlar katliamlarını tertipledi, çeşitli sabotajlar düzenledi, Org.
Eşref Bitlis ve Yazar Uğur Mumcu gibi çok sayıda sivil ve asker aydınımızı,
şehit etti.
Son 70 yılın bütün “faili meçhullerinin” faili, NATO’dur.
ABD, 2000’li yıllarda “Kürdistan” adı altında İkinci İsrail
devletçiğini kurma girişimini sahneledi. Başrol, FETÖ Gladyosu’nundu. Van,
Şemdinli, Atabeyler tertipleri, Danıştay, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi
suikastleri ve arkasından Ergenekon, Amirallere Suikast, Kafes, Balyoz, Fuhuş
ve Casusluk Tertipleri, NATO tarihinin en etkili uygulamasıdır.
12 Eylül’den sonra Özal ve Çiller yönetimlerinde Gladyo merkezine yerleştirilen
ve 2000’li yıllarda devlet içinde daha yaygın ölçülerde yuvalanan FETÖ, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin komutanlarını ve binlerce subayını, Vatan Partisi
yöneticilerini ve Millî Güçlerin önde gelen kadrolarını hapse atacak gücü
kuşkusuz ABD’den alıyordu.
Türkiye, NATO’nun gerçek yüzünü Ergenekon-Balyoz sürecinde tanıdı.
ABD ve NATO, 15-16 Temmuz 2016 darbe girişimiyle Ankara’yı
işgale kalkıştı. NATO’nun yeraltı örgütlenmesinin tarihsel bir hakikat olduğu
bütün yönleriyle ortaya saçıldı. Türkiye, Ankara ve İstanbul’da ABD güçlerine
karşı silahla savaştı. FETÖ Gladyosu Türk Ordusu ve Türk Milleti tarafından
silahla ezildi.
6-7 Eylül 1955 tertibi, 12 Mart 1971 Darbesi, 12 Eylül 1980 Darbesi, 2007-2014
Ergenekon-Balyoz Tertibi ve 15-16 Temmuz 2016 FETÖ Darbe girişimi, NATO’nun
işlevini Türkiye’ye öğretmiş olmalıdır.
NATO, Türkiye’ye ne kazandırdı? Bırakalım kazanmayı, koskoca bir devrimi
kaybettik. 1945 sonrası süreçte Kemalist Devrimimizin altı oyuldu. NATO’ya
girmek uğruna ABD emperyalizminin emrinde Kore’ye asker yollandı. Türkiye
Cumhuriyeti hükümetleri Cezayir başta olmak üzere mazlum milletlerin kurtuluş
savaşlarına karşı emperyalist işgalcileri destekledi.
1980 NATO darbesinden sonra Millî Devletimizi tasfiye ve milletimizi, etnik
gruplara, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere bölme süreci başladı. Bu süreçte
Mafya-Gladyo-Tarikat iktidarı oluştu. NATO, sözümona Kürdistan’ı, aslında
İkinci İsrail’i kurmak için, komşularımız Irak ve Suriye topraklarını işgal
etti, terör örgütlerini Türkiye ve İran’ın üzerine sürdü. Nerdeyse 40 yıldır
ülkemize karşı kanlı terör saldırıları yürütüyor.
Atlantik sistemine bağlandığımız ve NATO’ya girdiğimiz dönemin ekonomik
bilançosu da iflasla özetlenir. 450 milyar dolar dış borca, Mayıs 2021
itibarıyla 33,8 milyar dolar döviz cinsi iç borca ve 24 Aralık 2021 tarihi
itibarıyla 1 trilyon 500 milyar 644 milyon TL iç borca battık. Bu borca 2021
Bütçesindeki açık nedeniyle 250 Milyar TL daha eklenecektir. Millî ekonomimizin
kaleleri olan KİT’lerimiz özelleştirildi. Gümrükler indirilerek sanayi ve
tarımımız yıkımla karşı karşıya bırakıldı. Köylüye destek akçeleri kaldırılarak
tarımımız perişan edildi. Ülkemiz piyasalarında Dolar Saltanatı kuruldu, Türk
Lirası Türk çarşılarından kovuldu.
Türkiye ekonomisi 1989 yılında Atlantik dayatmaları sonucu sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmesinden beri, 1994, 1998-1999, 2001, 2008-2009
yıllarında ve 2018’den bu yana sürmekte olan beş krizden geçerek bugün yaşanan
darboğaza girdi. Özellikle enerji krizinin de üstüne gelmesiyle büyük
zorluklarla mücadele göreviyle yüz yüzeyiz. Türkiye ekonomisinin borç batağına
saplanması ve üretimde karşılaştığı ağır sorunlar, ABD’nin dayattığı programın
sonucudur. Bu programın bekçisi NATO’dur.
NATO’ya girdikten sonra Millî Savunma Sanayimiz ağır darbe yemiştir. ABD’nin
hibe ya da çok düşük fiyatla silah vermesiyle başlayan sinsi girişimler,
savunma sanayimizin körelmesine neden olmuştur. ABD, bazı silah, donanım ve
yedek parçaları yapmaya giriştiğimizde, o malzemeyi hibe olarak göndermek
yoluyla yerli üretimi önlemiştir.
ABD bütçesinden Türkiye’ye ayrılan yardımlar, daha Türkiye’ye gelmeden, nakit
hibe denen yoldan ABD’den yeni silah alımlarına aktarılmıştır. Diğer yandan
ABD’nin modası geçmiş silahları da yine hibe adı altında Türkiye’ye
verilmiştir. Ancak bunların kullanılması için gerekli yedek parça ve diğer
aksamlar gerçek değerinin üstünde fiyatlarla satılmış ve Türkiye bunları almak
zorunda bırakılmıştır. Bu bağlamda NATO standartlarına bağlanmış olan ülkemizin
başka seçeneği bulunmadığı işlenmiştir.
NATO sürecinde Türkiye, ABD için bulunmaz bir silah pazarı hâline getirildi.
NATO ortak istihbarat paylaşımı kapsamında sahte düşmanlar imal edilerek ve o
sahte düşmanların elinde olmayan silahlar varmış gibi gösterilerek, Türkiye
millî güvenlik stratejisinin ve ihtiyacının dışında silahlanmaya zorlanmıştır.
Bu iklimde ülkemiz “NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü” imgesiyle daha çok
silahlanmaya yönlendirilmiştir.
Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler, NATO Müşterek Görev Kuvvetlerine
simgesel olarak katılırken, en büyük katılımı Türk askeri sağlamıştır.
George Soros, 2002 de Sabancı Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, “Stratejik
konumuna bağlı olarak, Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü ordusudur” diyerek,
bize Atlantik Sisteminin Türkiye’ye bakışını öğretmiştir.
Türkiye’nin kendi güvenlik ihtiyacına gelince, ABD ve NATO ülkemizin karşısında
konumlanmıştır. Kıbrıs’tan sonra en son örnek, ABD ve NATO’nun FETÖ ve PKK’ya
verdiği destektir.
NATO merkezli tehdit lafta değildir, bugün askerî
hazırlıklar ve yığınaklar aşamasındadır. Yunanistan’ın Ege kıyılarında ABD
üsleri kurulmuştur. Güney Kıbrıs’taki Agratur ve Dikelya İngiliz üsleri de NATO
üsleridir. Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki ABD üslerinin cephesi de Türkiye’ye
dönüktür ve PKK’yı koruyor.
ABD ve İsrail, yanlarına Yunan ve Güney Kıbrıs donanmalarını alarak Doğu
Akdeniz’de Noble Dina ve Nemesis deniz tatbikatlarıyla ülkemize yönelik
tehditlerini yoğunlaştırdı. Namluların Türkiye’ye dönük olduğu gizlenmiyor.
Atlantik sistemine bağlı olanların “Türkiye’nin
güvenliği”nden söz etmeleri kimseyi aldatmamalıdır. ABD işbirlikçileri ile
Türkiye’nin bağımsızlığını savunanlar, karşıt cephelerde bulunuyorlar. ABD
yandaşları ve Atlantik Sistemi içinde düşünenler, “Türkiye’nin güvenliği”
derken, aslında Türkiye’nin Atlantik Sistemine bağlı kalmasının güvenliğini
dile getiriyorlar. Örneğin Ege’deki ABD üsleri onların ülkesi için bir tehdit
oluşturmuyor, tersine Türkiye’nin Atlantik sistemine bağlı kalmasına hizmet
ediyor.
Bir de Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün güvenliği, bu anlamda
Vatan Savaşının (İkinci İstiklâl Savaşının) güvenliği var. Türkiye’nin tutarlı
millî güçleri, 1945 yılından beri ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı mücadele
ediyor. Kemalist Devrimle kazandığımız bağımsızlığımızı, toprak bütünlüğümüzü,
çağdaşlık yolundaki atılımlarımızı, millî ekonomimizi, millî kültürümüzü tehdit
eden bütün girişimler, baskılar ve tertipler, hep ABD cenahından geldi ve
geliyor.
ABD, Türk Devriminin ve Türk milletinin hedeflerini, kurumlarını, kalelerini,
umutlarını tehdit ediyor.
ABD ve NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri Türkiye’nin geleceğini tehdit
ediyor.
Stratejik açıdan bakarsak ABD ve Atlantik Sistemi, Atatürk’ün daha 1937 yılında
öngördüğü üzere Türk Devrimini tehdit ediyor.
Özetle, Atlantik Sistemi içinde toprak bütünlüğümüz yok, huzur yok. Atlantik
Sistemi içindeki “güvenlik”, Türkiye için derin uykularda avlanmaktan başka bir
anlam taşımıyor.
Atlantikçi “güvenlik” anlayışı, bizi tehdit eden sistemin
kılıcına boynumuzu uzatarak güvenlik sağlama iddiasındadır. Bu bakış açısı,
güvenliğimizi bize yönelen tehdide teslim olmakta buluyor. Tehdidin nereden
geldiği sorusuna ise, sıkışınca masal aleminden yanıtlar veriyorlar. Tehdidin,
“Rusya’dan, Çin’den, İran’dan geldiğini” söyleyerek Türk milletini ve Ordusunu
gaflete hapsetmek peşindedirler.
Atlantikçi “güvenlik” anlayışı, 1991 ve 2003 Körfez Savaşlarına, PKK Terör
Örgütü ile ABD arasındaki ilişkilerin ortaya dökülmesine ve FETÖ darbe
girişimine kadar aldatıcı olabiliyordu. Ama Türkiye’nin yaşadığı bu
tecrübelerden sonra, hele ABD’nin Doğu Akdeniz ve Suriye’nin kuzeyinden
Türkiye’yi açıkça tehdit ettiği koşullarda artık kimsenin ABD’yi güvenlik
ortağı olarak gösterme şansı bulunmuyor.
En önemlisi, Atlantik Sistemi içindeki çözümler artık üreticilerin büyük
çoğunluğunun gördüğü gibi iflas etmiştir. Sistemin içinde güvenlik yoktur,
vatan bütünlüğü açısından parçalanma vardır, ekonomide ise boğulma vardır.
Artık sistem içi güvenlik, Mehmetçiğe kurşundur, ülke toprağına mayın
döşemektir, ekonomiyi batırmaktır.
Türkiye bugün ayakta kalmak için ABD güdümündeki terör örgütlerini temizlemek
ve Üretim Devrimini başarmak zorundadır. Artık Türkiye’nin güvenliği, Vatan
Savaşının ve Üretim Devriminin güvenliğidir. Dolayısıyla Türkiye’nin güvenliği,
ABD-NATO müdahalesine, ABD-NATO baskılarına, ABD-NATO tehditlerine karşı
koyarak sağlanabilir.
ABD’nin emperyalist amaçları dışında bir NATO yok. Bunu görmek istemeyenler,
ABD’nin işbirlikçileridir veya ajanlarıdır, ya da Türkiye için gaflet uykusunda
avlanmaktan huzur bulanlardır. NATO, ABD emperyalizminden ayrı bir örgütlenme
değildir.
15-16 Temmuz adını yaşatmak mı istiyoruz, İncirlik ve
Kürecik üslerini Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimine alırız ve oradaki ABD
ve NATO personeline ülkelerine uğurlarız, işte ülke böyle savunulur.
ABD, Türkiye’ye NATO ittifakı içinde devletsiz kalmak ve
borca batmak dışında bir seçenek bırakmadı. Oysa Avrasya’da Türkiye’ye
bağımsızlık var; Kemalist Devrimi tamamlama olanağı var; ekonomik gelişme ve
özgürce yaşamak var. Türkiye’nin Atlantik denetiminden kurtulup Avrasya içindeki
bağımsız ve öncü konumunu alması bu amaçla NATO’dan çıkması kaçınılmazdır.
ABD'nin tertip ve planlarını bozacak en gerçekçi adım budur. Bu adım, NATO'nun
ülkemize yönelik tehditlerine karşı kararlı bir duruş olduğu gibi, ABD tehdidi
altındaki diğer ülkelerle gerçekleştirmek zorunda olduğumuz ittifakların da
önünü açacaktır.
ABD’nin Tek Kutuplu Dünya iddiası yerle bir oldu. ABD, dünya
imparatorluğu kuramadı ve kuramaz. Washington yönetimi, “tek dişi kalmış
canavar” durumuna düştü ve NATO ülkeleri üzerindeki denetimini kaybetti.
ABD’nin yenilgileri, NATO’da iç çatışmaları gündeme getiriyor. NATO, doğuya
doğru hamle yaptıkça, kendi uçurumuna doğru gidiyor. Doğuya yönelen NATO,
bölünmeye ve dağılmaya yönelen NATO'dur.
NATO, Türkiye’nin dünkü sorunudur, bugünkü sorunudur ve
önündeki sorundur.
Demokrasi için NATO denetiminden kurtulmak gerekir."
Comments
Post a Comment